hata yapmak

v. make mistake, do wrong, err, goof, lapse, nod, slip, slip up, stumble, stumble in, stumble into, trip

hata yapmak (hesap vb.)

v. go astray

ялгышу

v. accomplish, acquit oneself, architect, build, carve out, contrive, create, do, engineer, establish, execute, fashion, fulfil, fulfill, get, go over, go through, have, implement, land, make, perform, ply, practice, practise, produce, profess

yapmak (hata vb.)

v. perpetrate

yapmak (makyaj)

v. put on

yapmak (çocuk)

v. father

* * *

1. mistake, error, fault. 2. fault, defect, flaw. -ya düşmek to fall into error. - etmek/işlemek to err, make a mistake, be wrong. - yapmak to make a mistake.

hata yapmak, yanilmak; kötü sonuçlanmak, ters gitmek; bozulmak, ariza yapmak

hata yapmak

yanlış hesaplamak

n. ahmak, hata, gaf, yanılma

v. bozmak, becerememek, pot kırmak, gaf yapmak, hata yapmak, aptalca davranmak

* * *

v t

1 fabriquer yapmak

◊

faire un gâteau — pasta yapmak

◊

faire un dessin — resim yapmak

2 mesurer ölçüm değeri

◊

Cette table fait deux mètres de long. — Bu masa iki metre uzunluğundadır.

◊

Ça fait vingt euros. — Yirmi euro ediyor.

3 égaler eder [e'deɾ]

◊

Deux et deux font quatre. — İki, iki daha dört eder.

4 exécuter bir şey yapmak

◊

faire un sourire — gülümsemek

◊

faire une chute — düşmek

5 effectuer meşgul olmak

◊

faire la cuisine — yemek yapmak

◊

faire un voyage — seyahat etmek

◊

Je ne sais pas quoi faire. — Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.

6 accomplir gerçekleştirmek

◊

faire une faute — hata yapmak

◊

faire des efforts — çaba harcamak

7 avoir comme activité bir faaliyet, bir iş yapmak

◊

faire du ski — kayak kaymak

◊

Qu'est-ce que tu fais dans la vie ? — Hayatta ne yapıyorsun ?

8 neden olmak

◊

Ce gâteau fait envie. — Bu pasta arzular uyandırıyor.

◊

faire plaisir à qqn — birini sevindirmek

◊

faire mal — birine kötülük yapmak

◊

Ces vacances m'ont fait du bien. — Bu tatil bana iyi geldi.

♦ cela ne fait rien bir şey değil

9 avoir comme aspect yapmak

◊

faire un angle — açı yapmak

10 davranış [davɾa'nɯʃ]

◊

faire l'imbécile — aptallık etmek

11 exprimer ifade etmek

◊

faire non de la tête — başıyla hayır demek

12 yol almak

◊

Nous avons déjà fait vingt kilomètres. — Şimdiden yirmi kilometre yol aldık.

v i

yapmak, etmek

◊

Il a bien fait. — İyi etti.

◊

Fais comme chez toi ! — Evindeymiş gibi yap !

◊

Vous feriez mieux de rentrer. — Evinize dönseniz dha iyi edersiniz.

v impers

zaman veya iklim gösterir

◊

Il fait nuit. — Gece oldu.

◊

Il fait beau. — Hava güzel.

◊

Quel temps fait-il ? — Hava nasıl ?

v aux

causer (suivi d'un inf.) neden olmak

◊

faire rire qqn — birini güldürmek

◊

faire tomber qqch — bir şey düşürmek

◊

faire nettoyer ses vêtements — giysilerini temizletmek

◊

Fais-moi penser à lui téléphoner. — Ona telefon etmemi hatırlat.

n f

1 yanlış [jan'ɫɯʃ]

◊

une faute d'orthographe — imlâ yanlışı

◊

faire des fautes — yanlış yapmak

2 hata yapmak

◊

commettre une faute grave — ağır bir hata yapmak

3 sorumluluk [soɾumɫu'ɫuk]

◊

C'est sa faute ! — Bu onun hatası !

4 sans faute kesinlikle

◊

Venez demain sans faute. — Kesinlikle yarın geliniz.

5 faute de -olmadığı için

◊

Il ne lit pas faute de temps. — Vakti olmadığı için okumuyor.

v. yanılmak, hata yapmak, yanlış olmak, günah işlemek

* * *

* * *

- err on the side of

v. hata yapmak, yanılmak, sürçmek

* * *

* * *

to make a mistake; to fail to do something: They certainly slipped up badly over the new appointment (noun slip-up) hata yapmak, yanılmak

n. hata, sendeleme, sürçme

v. ayağı takılmak, sürçmek, tökezlemek, sendelemek, dili sürçmek, hata yapmak, yanılmak, günah işlemek, günaha girmek

* * *

* * *

1) (to strike the foot against something and lose one's balance, or nearly fall: He stumbled over the edge of the carpet.) sendelemek, tökezlemek

2) (to walk unsteadily: He stumbled along the track in the dark.) sendeleyerek yürümek

3) (to make mistakes, or hesitate in speaking, reading aloud etc: He stumbles over his words when speaking in public.) yanlışlık yapmak; dili sürçmek

•

- stumbling-block

büyük hata, yanlis, gaf, falso,aptalca hata yapmak, gaf yapmak, pot kirmak, çam devirmek; yalpalayarak, sendeleyerek kör gibi yürümek

gaf, aptalca hata; enayi, budala,aptalca hata yapmak, gaf yapmak; çuvallamak

aptalca hata, pot, gaf,aptalca bir hata yapmak, gaf yapmak, pot kirmak

n. yanılma, sapma, hata, yanlış, sürçme, kaytarma, kaçma, geçme, sona erme

v. geçmek, akıp gitmek, bitmek, dolmak, kaymak, sapmak, hata yapmak, kaçmak, zaman aşımına uğramak, düşmek

* * *

* * *

1) (to cease to exist, often because of lack of effort: His insurance policy had lapsed and was not renewed.) zamanı geçmek, hakkını kaybetmek

2) (to slip, fall, be reduced: As he could think of nothing more to say, he lapsed into silence; I'm afraid our standards of tidiness have lapsed.) kötüleşmek, kötüye gitmek

1) (a mistake or failure (in behaviour, memory etc): a lapse of memory.) yanılma, hata

2) (a passing away (of time): I saw him again after a lapse of five years.) ara

n f

1 hata [ha'taː]

◊

faire des erreurs — hata yapmak

♦ par erreur yanlışlıkla

2 hata [ha'taː]

◊

une erreur de stratégie — strateji hatası

n. gezi, gezinti, seyahat, yolculuk, tökezleme, sürçme, çelme, sekme, hata, hafif ve hızlı yürüme, kastanyola, uyuşturucunun etkisinde olma, uçma (uyuşturucu ile)

v. sekmek, tökezlemek, ayağı takılmak, sürçmek, hata yapmak, çelme takmak, düşürmek (birıni)

* * *

* * *

1) ((often with up or over) to (cause to) catch one's foot and stumble or fall: She tripped and fell; She tripped over the carpet.) tökezlemek, ayağı takılmak

2) (to walk with short, light steps: She tripped happily along the road.) sekerek yürümek

- tripper

Fehler m <Fehlers; Fehler> hata, kusur, yanlış; (Mangel) eksiklik; TECH a bozukluk;

einen Fehler machen hata yapmak;

dein (eigener) Fehler! senin (kendi) hatan!